Kalpleri tek tek çıkarıldı, başları kesildi! Fetvası bile verilen Osmanlı vampirleri
Mezarından dirilerek insanları rahatsız eden ve kanlarını içen vampir fenomeninin Osmanlı topraklarından çıktığını söylesek… Kulağa bir hayli ilginç gelse de Salim Fikret Kırgı ‘Osmanlı Vampirleri’ isimli kitabında çok daha fazlasına yer veriyor. 17. ve 18. yy’larda Osmanlı’da yaşanan, mezara kazık saplamaktan ölünün başını kesmeye kadar yaşanan vampir çılgınlığının bilinmeyen tüm detaylarını Salim Fikret Kırgı Milliyet.com.tr’ye anlattı.
Gün batımı ile şafak arasında mezarlarından dirilerek insanlara saldıran ve kanlarını içen vampirler, birçok korku filmi ve romanda karşımıza çıkan bir figür. Dünyaca ünlü vampir karakteri Kont Vlad Drakula ise bu karakterlerden sadece biri. Üstelik Eflak Beyi III. Vlad namıdiğer Kazıklı Voyvoda’dan esinlenmiş bu karakter, Osmanlı topraklarından çıkmış olabilir!
KALPLERİ ÇIKARILDI, BAŞLARI KESİLDİ
18. yüzyılın başlarında, Sırbistan’da gizemli ölümler yaşanmaya başladı. Bölge halkı, ölen komşularının mezarlarından çıkıp kendilerine musallat olduğunu, ölmeden önce ise boğulma hissi yaşayıp güçlükle nefes aldıklarını iddia ediyordu. Bu inanış, sadece Sırbistan’da değil, Ege kıyıları, Karadeniz, Trakya, Balkanlar ve Orta Avrupa’da da yayılmaya başladı. Müslümanlar ve gayrimüslimler arasında ‘vampir, upir, obur, vrykolas, strigoi, hortlak, cadı’ gibi isimlerle anılan bu ölülerin cesetlerinin bozulmadığına, uzuvlarının kanla dolu olduğuna ve mezarlarından çıkarak insanlara zarar verdiğine inanılıyordu. Çeşitli nedenlerle mezarlarından geri geldiklerine inanılan; yerleşim yerlerine musallat olarak insanlara, hayvanlara ve eşyalara zarar veren; en önemlisi, belirlenip yok edilmeleri için belli ritüel uygulamalar gerektiren vampirler Osmanlı Doğu Avrupası’nda soba önünde anlatılan korku hikayelerinden ziyade insanların göç etmesine bile neden olabilecek büyük bir sorun olmaya başlamıştı.
Bu korku o kadar büyüdü ki, Osmanlı’da Şeyhülislam Ebussuud Efendi, vampirlerle ilgili fetvalar bile verdi. Osmanlı belgelerinde vampir avcıları, ‘vampirci’, ‘cadıcı’ gibi isimlerle anılan bir meslek grubunun varlığından söz ediliyordu. Mezarda bozulmadan bulunan cesetler, yerleşim yerinde açıklanamayan ölümler, cismi veya ruhani olarak yaşayanların rahatsız edilmesi karışıklığa sebep oluyordu. Mezardan çıkan cesetlerin kalbi çıkarılarak, kazık saplanarak, başları kesilerek, tamamen yakılarak durdurulacağına inanılıyordu.
‘VAMPİRİN ANA VATANI DOĞU AVRUPA YANİ OSMANLI TOPRAKLARI’
“Olayı sorun haline getiren unsur, inanışlardan ziyade, korku içindeki halkın başvurduğu vampir avcılığı yöntemleriydi” diyen Salim Fikret Kırgı, şu ifadeleri kullandı:
Osmanlı topraklarında, vampirlerle ilgili tartışmalar ilk olarak Rum Ortodoks Hristiyanları arasında yaşandı. Salim Fikret Kırgı’ya göre vampirin anavatanı Doğu Avrupa’ydı. Bu topraklar, o dönemde Osmanlı egemenliği altındaydı ve bu inançlara sahip insanlar Osmanlı halkıydı. Vampirlere inanan ve avlayan insanlar sadece Hristiyanlar değil, Müslüman Türkler de dahil her kesimden bireylerdi.
‘HORTLAK, GULYABANİ, CADI VB. VAMPİRLE İLİŞKİLİ OLABİLİR’
Slav kültürlerinde yaygın olan vampir inancı, zamanla diğer toplumlara da yayıldı. Bu inanışların en sık Slavlar arasında görüldüğünü, vampirin Yunanca karşılığı olan ‘vrykolakas’ kelimesinin Slavca kökenli olduğunu belirten Salim Fikret Kırgı, “Muhtemelen diğer topluluklara bulaştıran da onlar. Folklorik vampirin Yunancadaki en yaygın karşılığı ‘vrykolakas’ sözcüğü de eski Slavca kökenli. Yukarıda bahsettiğim 18. Yüzyıl Vampir Çılgınlığı başlayana dek, öncül kaynaklar ve kilise tartışmalarında sıklıkla kullanılan isim (Sırpça) vampir değil, (Yunanca) vrykolakas. Müslüman kaynaklara baktığımızda, vampirlere ilgili hadiseler ekseriyetle Yunan ve Slavların yoğun olarak yaşadığı Balkan coğrafyasından geliyor. Kaydedilen ilk Müslüman vampirler de Trakya’dan. Öyle ilginç durumlar var ki, misal bazı bölgelerde, din değiştirip Müslüman olan Rum Ortodoksların öldükten sonra vrykolakas olarak dünyaya döndüklerine inanılıyor” dedi.
Kültürümüzde yer alan hortlak, cadı, gulyabani, karakoncolos gibi doğaüstü figürlerin de vampirlerle ilişkili olabileceğine değinen Salim Fikret Kırgı, “Bu varlıkların hepsi, çeşitli dönemlerde vampir kelimesinin eşanlamlısı olarak kullanılmış. Beni en çok şaşırtan ise ‘hortlak’ oldu. Folklorik vampir dediğimiz şey, en genel haliyle, mezarında huzur bulamayıp hortlayarak yaşayanlara musallat olan ölü kimseler. Modern vampir de temelde çok farklı değil. Hortlamanın nedeni çoğu örnekte başka bir ‘lanetli ölü kimse’ tarafından ısırılmak suretiyle lanetin bulaştırılması. Lanet etkisiyle canlanan beden yok edilince, yani hortlama nedeni ortadan kalkınca, ruh da huzura kavuşuyor. Ölüyü toprağın kabul edip etmemesi, yattığı yeri sevmesi, mezarında dört dönmesi, kemiklerinin sızlaması gibi ifadeler ya da ‘toprağının bol olması’ benzeri temenniler, bazı açılardan bu inanışla bağlantılı. Sadece Türklerde değil, Yunan ve Slav kültürleri başta olmak üzere, bölgedeki hemen her topluluğun ölü uğurlama ritüellerinde benzer uygulamalar, dillerinde kalıplaşmış sözler ve özdeyişler görmek mümkün” diye konuştu.
DRAKULA’YA İLHAM OLDU
Evliya Çelebi de yaşanan vampir çılgınlığına Seyahatnamesi’nde yer veren isimlerden. Seyahatname’nin altıncı ve yedinci ciltlerinde Kırım yolunda ilerlerken rastladığı Oburça isimli köyü Çelebi şöyle tanıtıyor:
Peki Seyahatname’de bahsedilen ‘Obur’lar dünyaca ünlü Drakula’ya nasıl ilham olmuş olabilirdi? Bram Stoker’ın ünlü romanı ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ndeki ilişkiyi değerlendiren Salim Fikret Kırgı “Bram Stoker’a romanı yazarken danışmanlık eden Slovak kökenli Macar Türkolog Armin Vambery’dir. Osmanlı’yı çok iyi tanıyan Vambery’nin özel ilgi alanı ise Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi’dir. Osmanlılar tarafından başta çok ilgi görmeyen, sonrasında da sakıncalı içerik nedeniyle sansürlenen Seyahatnâme’nin ilk basılı kopyasında altıncı cildin önsözünü yazan kişi de Vambery idi” ifadelerini kullandı.
Artık insanlar vampir tehdidinden dolayı göç etmiyor, mezar kazıp ceset parçalamıyorlar. Peki oldukça yaygın bir halk inanışı olarak nitelendirdiğiniz vampir fenomeninin sonu nasıl geldi?
Salim Fikret Kırgı: İfade ettiğiniz bağlamda, folklorik vampir inanışını bitiren Aydınlanma Çağı oldu. En önemlisi, tıp dünyasında yaşanan gelişmelerle, halkı kaosa sürükleyen ölümlerin
nedenleri bulaşıcı hastalıklarla açıklandı ve salgınları önlemek için vampir alamaktan daha etkili, rasyonel yöntemler keşfedildi. Öte yandan, vampirlerin sonunun geldiği söylenemez. Halk inanışından popüler kültür ikonluğuna, herhalde modern çağın en başarılı ve sansasyonel evrimini yaşadılar. Yarattıkları gerçek korkunun ve sebep oldukları skandalların üzerinden yüzyıllar geçse de hâlâ onları konuşuyoruz, okuyoruz, izliyoruz. Köylü vampirlerin aristokrat vampirlere dönüşmesini takip eden süreçte deyim yerindeyse dönüşmedikleri şey kalmadı. İnsanlar hâlâ onları hayal ediyor, merak ediyor; son dönemde ebedi gençliğin timsali olarak vampirlere özeniyor. Daha kişisel ve yerel ölçekte konuşmak gerekirse, keşke biz de vampirleri gerçekte oldukları gibi, kültürümüzün bir parçası olarak kucaklayabilsek. Bu fenomenin tarihi yazılırken hem kurgu eserler hem de akademik çalışmalarla haklı yerimizi alsak. Tabii artık eskisi gibi değil, nitelikli, kıymetli, ilgi de gören edebi ve akademik çalışmalar yayınlandı, devamı da gelecek. Keşke sinema ve televizyon alanında da vampir janrımız oluşmaya başlasa! Ne yazık ki hâlâ yabancı kültürel unsur olarak görülüyorlar, toplumsal ölçekte vampir efsanesini içselleştirmeyi henüz başaramadık. Ben yine de umutluyum.