Neden uzay çalışması yapmak zorundayız?
İkinci uzay adamımız Tuva Cihangir Atasever’in uzay yolculuğu takvimi ve programı açıklandı. 8 Haziran’da gerçekleştirilecek, 1.5 saat sürecek bilim misyonu çerçevesinde Atasever, 7 bilimsel deney yapacak. TÜRKSAT 6A uydusu da aynı tarihlerde fırlatılacak.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin astronotları Alper Gezeravcı ve Atasever ile ortak bir toplantıda detayları açıkladı. Havacılık ve uzay çalışmalarının ayrıntılarına vakıf olmayan bizler için, “Uzayda İnsülin Kalemi Testi” veya “akıllı ve aktif bir giyilebilir iyonize radyasyon dozimetresi” ile yapılacak radyoloji ve kanser araştırmalarında, çalışanların ne kadar iyonize radyasyona maruz kaldıklarının anlık olarak tespit edilmesinin neden önemli olduğunu anlamak zordur. Ancak bir uzay aracının fırlatılması, mürettebat ve pilotların bu sıradaki deneyiminden tutun, dünyadaki 10 uydu üreticisinden birisi olmanın ve yakında kendi uydusunu kendi aracıyla uzaya göndermenin hazırlığına kadar, ülkemizin ve ulusumuzun önünde açılan yeni pencerenin önemini anlamamız mümkün.
Ne var ki, sosyal medya denen sorumsuz algı mühendisliği ve etki ajanlığı dünyasında, kimi kasıtla kimi de bilgi eksikliği nedeniyle uzay çalışmalarımıza alenen hasımlık yapan kişiler, gruplar var. Bu işi bilinçli (ve karşılığında fon veya benzeri adlarla para alarak) yapanlar bizim konumuz dışında. Ancak, iç siyasetin yaygın metaforu ile söyleyecek olursak, “patates-soğan fiyatları ve poşet bedeli” söyleminin etkisinde kalanlar için, George Friedman’ın, İbrahim Şener tarafından çevrilen “Gelecek 100 Yıl – 21. Yüzyıl için Öngörüler” isimli kitabında birkaç noktaya işaret etmek istiyorum.
Friedman kitabında, 2040-50 yıllarında Türkiye’nin Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanları etki alanına alarak dev bir ülke olacağını, bölgesindeki istikrarsızlıkları bazen diplomatik bazen askeri müdahalelerle önleyeceğini anlatırken, Türkiye’nin “uzayda, ABD ve Avrupa ülkelerinin, Rusya ve Çin’in savunma alt yapılarını ve hipersonik uçaklarının ve roketlerinin yerini milimetrik saptayacak uydu keşif (reconnaissance) sistemleri bulunacağını” belirtiyor. Kitabın, başkentin Ankara’dan İstanbul’a aktarılması ve Türkiye’nin Japonya ile ittifak yapıp ABD’ye savaş açması gibi “uçuk” tahminlerini bir kenara bırakırsak, “etki alanı” (İngilizce, Sphere of Influence, yani bir devletin önemli derecede kültürel, ekonomik, askerî ve politik etkisinin olduğu bölge) en azından Balkanları, Kafkasları, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu kapsayacak bir Türkiye, uzaya kendi uydularını, kendi roketleriyle, kendi uzay adamları tarafından gönderen bir ülke olmak zorundadır.
Gezeravcı ve Atasever’in başka ülkelerin uzay araçlarında yaptıkları deneyleri, bizim üniversitelerimiz, bilim insanlarımız geliştirdi ve hazırladı. Siz ve ben bu deneylerin detaylarını anlamasak da, şunu biliyoruz ki, Türkiye uzay çağına var gücüyle hazırlanıyor. Ancak bu tür ulusal çabaların sadece bilim insanlarımız tarafından hazırlanması ve kurumlarımızın çabasıyla gerçekleştirilmesinin yanı sıra başarı için başka bir özelliği daha olması gerekir: Hepimiz, bütün siyasetçilerimiz, aydınlarımız, işçilerimiz, esnafımız ve çiftçilerimiz tarafından destekleniyor olmadıkça, uzay çağına adım atmak gibi büyük bir çabanın başarılı olması mümkündür belki, ama çok zor ve zahmetli olur.
Bunun yolu ise üniversitelerimizin, Türksat ve Türkiye Uzay Ajansı’nın ikinci işlerinin ulusu eğitmek olmalıdır. İkinci mi dedim? Birinci demek istedim.