YAZARLAR

KARA AT AVUSTURYA

Ve… Büyük maç…

Avusturya’yla oynuyoruz.

The Atletics’te Tim Spiers, Avusturya milli takımını ‘kara at’ diye adlandırıyor.

Spiers, İngiltere başbakanlarından Benjamin Disraeli’nin bir kara atın beklenmedik şekilde yarış kazandığını anlatan romanından esinlenmiş.

Avusturya neden ‘kara at’?

1 – Kara atlar, turnuva öncesi favoriler arasında yer almaz.

2 – Kara atların, pırıltılı başarı tarihleri yoktur. (1954’ten beri Avusturya sadece bir ulusalararası elemede kazanabildi)

3 – Kara atların yakın zamanda iyi bir grafik çizgisi olabilir. (Avusturya yedi maç yenilmedi, Türkiye’ye 6-1 galip geldi.)

4 – Kara atların önemli oyuncuları ve takıma gizem veren sihirbaz koçları olabilir.

……..

Avusturya’da böyle star oyuncular var.

Teknik Direktör Ralf Ragnick ise bir ‘mucize’ hoca. İki yılda öyle bir takım oluşturdu ki EURO24 henüz başlamadan Bayern Münih’ten teklif aldı.

Kabul etmedi. ‘Her şeyin önünde Avusturya milli takımı’ cevabını verdi. EURO24’ün en fazla gol atan takımı Avusturya…

Kara atla işimiz zor. Ama, haydi aslanlar.

MUTLULUK HORMONLARI

Çekya’yı 2-1 yendiğimiz gece “mutluluk hormonları” diye bilinen “serotonin, dopamin, endorfinim” tavan yaptı.

Çekya ile kişisel hesaplaşmam vardı. Yıl 1965… 6-0 yenilmiştik.

Mecidiyeköy’de Türkiye-Çekoslavakya maçından çıkmıştım. Öfke, utanç, hüzün dolaşıyordu kanımda.

Kendi kendime “bir daha maça gitmeyeceğim” diye söz vermiştim. Öyle de oldu.

Ta Fatih Terim “Galatasaray destanını” yazmaya başlayıncaya kadar… Dört yılda dört şampiyonluk ve son iki yılda Okan Hoca’yla şampiyonluklar. UEFA Şampiyonluğu ve Monaco’da Süper Kupa maçları…

Ama Çekoslavakya’ya 6-0 yenilginin sızısı hep yüreğimin bir köşesindeydi.

Gerçi Çekya’ya millilerimizin galip

geldiği karşılaşmalar oldu, sevindik, alkışladıksa da kesmemişti.

Ama çarşamba gecesinin zaferi farklıydı. Çekya’ya da yıllar boyu sızı bırakacak.

PRAG BAHARI

Yanlış anlaşılmasın Çeklere sevgi ve saygım vardır. Tarihe “Prag Baharı” diye geçen Çek halkının Sovyetler Birliği baskı yönetimine başkaldırışıyla heyecanlanmıştık.

Ruslar günlerce süren bu isyanı çok kanlı bastırmıştı. Çekoslovakya halkı üzerinden silindir gibi geçmişti.

Kalplerimiz bu cesur ve özgürlükçü halk için atıyordu.

VE ARDA…

Henüz 19 yaşında.

Küresel yıldız adayları arasında. Topla ince ayarlı sevişmelerini, nokta atışı gollerini bekliyoruz.

Masum çocuk bakışları, şımarık olmayan beden diliyle Galatasaraylı, Beşiktaşlı, Trabzonlu diğer takım taraftarları için de sevgi ikonu.

Real Madrid tribünleri için de geleceğin futbol prensi.

Ama Çekya maçında bir başka

Arda vardı sahada…

Futbol balesi gibi çalımlarını, hedefe kilitlenmiş, tam isabetle vuran Tomahawk füzelerini göremedik. Ürkek gibiydi. Kısa al-ver pasları yapıyordu. Temposuzdu. Sanki kendini gizler gibiydi. Voltajı düşmüş ışıktı.

Neden?

Portekiz maçında ilk 11’e konmayışı bağlamında uçurulan balonlara hiç inanmadım. Hafif sakatlığının gizlenmesi ve “Bu çocuk da hep sakat” algısının oluşmaması için gösterilen beceriksiz çabadan ibaretti olay.

İyi yönetilemeyen “iletişim kazasıydı”. Ama gene de hem Arda’nın kendisini hem de teknik adamların onu iyi yönetemediğini düşünüyorum. Sahada verdiği görüntünün nedeni bence bu. Oysa Ronaldo’yu tanımlayan sözcükleri Arda için de kullanayım; “o bir özel…”

RONALDO’YU YÖNETMEK

Peki Ronaldo’yu küresel zirveye taşıyan “yönetim” neydi?

Onun hocası olan dünyanın en büyük futbol guruları Ancelotti’den Sir Ferguson’a, Mourinho’ya kadar ilişkilerini yansıtıyorum.

Sir Alex Ferguson, Ancelotti, Luis Felipe Scolari, onun özel olduğunun bilinciydeydiler. Ortak kanıları şuydu: “Ronaldo’nun sevildiğini hissetmeye ihtiyacı var… Onu şımart, egosunu kabart, onunla konuş, ona kral gibi davran. Tabii bu birden bire olmadı.”

17 yaşında ilk çıkışını yaptığı Sporting Lizbon’da hocası Laszlo Boloni genç oyuncusu Ronaldo’nun “çok özel olduğu” teşhisini daha o zaman koymuştu. Onun muhteşem futbol yolculuğunun kapısını açmıştı. Sonraki büyük hocaları da bu bilgeliği gösterdiler.

…….

Ancelotti, Ronaldo’yu forvet oynatmak üzere sistemini kurmuştu. Ronaldo, hocasına gitti “sol kanatta oynarken kendini daha rahat hissettiğini” söyledi. Ancelotti, “Tamam rahat et” cevabını verdi. “Patron benim” havasına girmedi. Takım şampiyon oldu.

Paul Clement, Ronaldo için “7×24 çalışır” diyor. Kırdığı rekorlara, bir uçak hangarını dolduracak kupalara, ödüllere rağmen en iyi olmayı sürdürmek tek amacı.

“Euro banknotlarında kendi resminin de yer almasını isteyecek” kertede şişkin egolu Ronaldo’yu yönetmek zor.

Kendi egolarının üstüne çıkabilmiş üstad hocalar gerek.

……

Alex Ferguson da onu en iyi anlayan diğer hocasıydı. Ronaldo için “Yönettiğim en iyi futbolcu” diyordu. Bu iki hocaya göre en büyük hata “Ronaldo’yu sisteme oturtmaya çalışmaktır. Tam tersine sistem, Ronaldo’nun etrafına kurulmalıdır.”

…..

Hocası Boloni, onun futbol zekâsına hayran. “Ona hiçbir şey açıklamama gerek yoktu. Geri dön, sola geç, içeri gir diye bağırmazdım. Zaten doğru pozisyona koşuyor ya da topu geri kazanıyordu.”

MOURİNHO İLE OLMADI

Ancak Ronaldo’nun, Jose Mourinho ile yıldızı barışmadı. Birkaç hocayla daha çatıştı.

Mourinho’nun ilkesi “önce takım”dı. Patron kendisiydi. Buna karşılık, Ronaldo onlara dikleniyordu. Şımarıklığından değil, futbolu doğru okuduğu için… Düşüncelerini açıkça söylerdi. Ve o hocaların çoğu takımdan gönderildi…

Ronaldo, EURO24’te oynamayı çok istedi.

İyiydi ama artık “en iyi” değil.

Bu da onu üzüyor. Agresif yapıyor.

Sonuç: Ronaldo’nun ışığı hâlâ var fakat titrek. Ronaldo’nun kariyer yolculuğunu

Arda iyi incelemeli. Alacağı dersler var.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu