Cari açıkta ‘altın etkisi’
SERVET YILDIRIM – Ancak bu tür bir bakış bana göre çok anlamlı değil. Çünkü net enerji ithalatçısı konumunda olan Türkiye büyüyebilmek için enerji ithal etmek zorunda olan bir ülke. Türkiye eğer enerji ithal edemezse büyüyemez ve ihracat da yapamaz. Dolayısıyla enerji verimliliği alanında çok büyük bir teknolojik sıçrama yapmadıkça veya topraklarımızda ya da denizlerimizde zengin petrol ve gaz yatakları bulmadıkça enerji dahil rakamları dikkate almak zorundayız. Ancak altında durum biraz daha farklı.
Bir zamanlar ekonomi yönetiminde önemli görevlerde bulunan bir arkadaşım bu konuyla ilgili yazdığı makaleyi göndermiş. Başlığı çok ilgi çekici: “Kısa vadeli dış borç alıp düğünde altın takmak”. İçeriği ise çok daha ilgi çekici. O da ödemeler dengesinin detayına bakmış ve altın ticareti dikkatini çekmiş. Ve diyor ki: “Bir yılda 30 milyar dolarlık altın ithal edilmiş. Bunun 4.3 milyar dolarlık bölümünü ihraç etmişiz. Sonuç olarak, 25.7 milyar dolar verip, düğünde geline altın takmışız!”
Altın konusu önemli. Ama önce ödemeler dengesine dair 3 önemli noktayı vurgulamak lazım:
1- Altın ve enerji etkisi bir yana Türkiye “ne kadar cari açık o kadar büyüme” diye özetlenebilecek bir büyüme modeli izliyor. Diğer bir deyişle daha yüksek büyüme oranına erişmek için daha yüksek düzeyde cari açık vermek zorunda olan bir ekonomiye sahibiz.
2- İkinci realite ise cari açığın finansman kalitesinin düşüklüğü. Rekabet ettiğimiz ekonomilere kıyasla doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmekte zorlanıyoruz. 2000’lerin ortasında AB rüzgârıyla yılda 20 milyar doların üzerinde yatırım çekebilirken şimdi bu rakam tek hanelerde dolaşıyor. Bu durumda cari açığın finansmanı için daha kalıcı olan doğrudan yatırımlar yerine kısa vadeli olan portföy yatırımlarına başvuruluyor.
3- Türkiye önemli bir dış borç çevirme yükü ile karşı karşıya. Vadesi 1 yıl içinde dolacak olan dış borçların toplamı 225 milyar doları geçmiş durumda. Arkadaşımın dediği gibi “İhtiyaç buralara çıkınca ekonomi yönetiminin, hatta siyasi karar alıcıların, tüm önceliği bu büyüklükteki döviz ihtiyacını çevirmeye, ekonomiyi döviz krizine sokmamaya odaklanmış durumda. Örneğin önceliği fiyat istikrarı olan TCMB’nin en etkin para piyasası aracı, bankalardaki dövizlerle yaptığı swap işlemleri oluyor.”
Bu yıl ekonominin 2023’e göre yavaşlayacak olması nedeniyle cari açık yükü biraz daha hafifleyebilir. Ancak kalan vadeye göre kısa vadeli borç tarafında ödenmesi ya da çevrilmesi gereken miktar azalmıyor.
Bu noktada arkadaşım haklı olarak şu soruyu soruyor: “Burada durup şu konuyu çok dikkatli düşünmek zorundayız: Türkiye 260 milyar dolarlık altını yastık altında saklarken, 225 milyar doları nasıl çevireceğini hesabını yapıyor. Belki de ekonomik ve siyasi tavizler vermek zorunda kalıyor. O zaman, bu ve benzeri yapısal sorunları, hep beraber acı çekerek, en kısa zamanda çözemezsek çocuklarımız nasıl rahata erecekler?”
Çok boyutlu mesele
Altın ticareti 2 ucu keskin bıçak. Ödemeler dengesinde çok büyük dalgalanmalara yol açıyor. Geçen yılın ilk yarısındaki yüksek açığın arkasında altın ithalatındaki artış etkili olmuştu. Yıllık açığın ikinci yarıda azalmasının arkasında ise altın ithalatının getirilen kotayla gerilemesi var.
Peki kota getirilince sorun çözüldü mü? Hayır. Çünkü Mücevher İhracatçıları Birliği’ne göre kotayla birlikte altın kaçakçılığı patlamış; kotayla birlikte firmalar rekabet için yurt dışında üretim arayışına yönelmişiler. Türkiye’de altın madenciliği için yabancı firmalara izin verilmesi de sorunu çözmedi. Hem miktar düşüktü, hem de yaratılan değerin önemli bölümü yurtdışına çıktı. Ayrıca yaratılan çevresel hasarın boyutuna da geçen hafta tanık olduk.
Altın konusu çok boyutlu bir mesele. Arkadaşımın dediği gibi “Konu sadece düğün, dernek değil. Altının ticaretinin içinde kara para aklama, rüşvet gibi istenmeyen durumlar da söz konusu… Türkiye, kültürel yanı da etken olan bu soruna acil çare bulmak zorunda.”