Ukrayna’da tünelin ucu giderek kararıyor
Ege Doğaç Erdoğan – Birinci Dünya Savaşı başlarında askerler Noel’e kalmadan eve geri döneriz diye düşünüyorlardı. Her iki tarafta da hakim görüş savaşın bir kaç ay içinde sonlanacağı yönündeydi. Tüm hazırlıklar ve planlamalar bu süre zarfı için yapılmıştı. Alman Mareşal Alfred von Schlieffen’ın planı Almanya’nın ancak hızlı ve kesin bir zaferle savaşı kazanabileceğini öngörüyordu. Tabii yine savaş planı muharebe meydanına uymadı ve 1914’ün Ağustos ayında patlak veren savaş yaklaşık tam dört yıl sürdü. Avrupa bu yeni realiteye uyum sağlamak zorunda kaldı.
Günümüze gelecek olursak benzer bir düşünce Rus birlikleri Ukrayna’ya ilk girdiğinde dünya kamuoyunda benimsenmişti; Rusya’nın seri operasyonlarla Kiev’i ele geçireceği konuşuluyordu. Ancak nasıl Almanlar Paris’e kilometreler kala çamura saplandıysa Rusya da tahmininin ötesinde bir direnişle karşılaştı. Bu durumu bir futbol benzetmesiyle açıklayacak olursak ilk 20 dakikadaki baskı ve pres sonuç vermeyince set oyununa dönmek zorunda kalındı. Taraflar ve dünya da bu yeni gerçeğe uygun bir şekilde pozisyon almaya başladılar.
NATO fabrika ayarlarına geri dönmüştü
Soğuk Savaş sona erdiğinden beri NATO varoluşsal bir sorgulama dönemine girmişti. Orta Doğu ve küresel terör tehditlerini kendine yeni bir odak noktası haline getirse de DEAŞ’ın bertaraf edilmesinin ardından tekrardan hedefsiz ve amaçsız bir grup durumuna dönmüştü. Ukrayna krizi NATO’yu fabrika ayarlarına geri götürdü. Eksiksiz tüm NATO ülkeleri, Avrupa Birliği ve ABD’nin yakın müttefikleri tek bir ağızdan Rusya’ya karşı durdular. Soğuk Savaş’ın serin rüzgarları tekrar esiyordu ve Batı NATO battaniyesine sarılmıştı. Amma velakin savaş uzadıkça bu kenetlenme çatırdamaya başlıyor. Ukrayna’daki savaş durumu bir statükoya doğru evrildikçe iki temel sorun ortaya çıkıyor: tarihsel olarak Doğu’ya yakın olan NATO ve AB ülkelerinin Ukrayna’yı destekleme isteğinin azalması ve Ukrayna’lı mültecilere olan sıcakkanlı yaklaşımın giderek soğuması.
Savaş uzadıkça destek azalıyor
Geçtiğimiz hafta Slovakya seçimlerini Kremlin yanlısı SMER Parti’nin zirvede tamamlaması NATO ve AB için bir soğuk duş etkisi yarattı. Robert Fico’nun populist çizgideki partisi oyların yüzde 22.9’unu alarak birinci parti oldu; bu artık Slovakya halkının savaştan yorulduğunu gösteriyor. Polonya’da 15 Ekim’de yapılacak seçimlerde iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi, oylarının aşırı sağcı Konfederasyon Partisi’ne kaymasından endişe duyuyor. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki 21 Eylül’de yaptığı bir açıklamada Ukrayna’ya askeri destek vermeyi durduracaklarını söylemişti. Daha sonra geri adım atmış olsa da Polonya’nın da sonu gözükmeyen bu savaşın bir tarafı olarak kalmak istemediği görülüyor. Slovaklar gibi Polonyalılar da yüksek enerji fiyatlarından ve genel olarak hayat pahalılığından bezmiş haldeler. Ukrayna’ya askeri destek vermek yerine kendi sınır güvenliklerini sağlama almak istiyorlar. Ukraynalı mülteciler de artık finansal bir yük olarak görülmeye başlandı.
Sağ kendi içinde bölünmüş durumda
Atlas okyanusunun diğer tarafında ise ABD tarihinde bir ilk yaşandı ve Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy görevden alındı. Cumhuriyetçi Parti’den olan McCarthy, yine kendi partisinden Matt Gaetz’in meclise sunduğu önerge sonucu koltuğunu kaybetmiş oldu. Bunun konuyla ne ilgisi var diyeceksiniz; ilgisi şu: küresel çapta yeni çatışma artık sağ ile aşırı sağ arasında gerçekleşmeye başlıyor. Sağ tandanslı popülizmin yükselişte olduğu son yıllarda devamlı gündemde olan bir realite. Ancak artık bazı ülkelerde merkez sol o kadar vahim durumda ki siyasal spektrumda aşırı sağdan daha marjinal bir yerde konumlanıyor. Özellikle Ukrayna’daki savaştan direkt etkilenen ülkelerde aşırı sağın diline pelesenk ettiği göçmen karşıtı söylemler giderek geniş kitleler tarafından kabul görüyor. Savaşın başında ABD Başkanı Biden Kongre’den Ukrayna için yardım kararını onaylamasını isterken “Ukrayna’nın güvenliği ve özgürlüğü için yaptığımız yatırımlar Rusya’nın agresifliğini cezalandırmak ve gelecek savaşları önlemek için küçük bir bedel” sözlerini sarfetmişti. Tünelin ucunda ışık görünmedikçe ABD, AB ve NATO üyesi ülkelerdeki halklar bu bedelin küçüklüğü hakkında Biden ile giderek farklı düşünmeye başlıyorlar…