Düşmanla yolculuk!
Zamanın ruhu öfke ve nefret dolu… Bir kadın, Filistin halkına yapılan zulmü ve vahşeti kınamak için İsraillilere nefret kusuyor. Ama bilmiyor ki; dünyanın dört bir yanında yaşayan binlerce İsrailli de barış yanlısı gösteriler düzenleyerek Gazze’deki savaşa karşı direnç gösteriyor.
Devletler tarihi, ırkçılık, inanç ve kimlikler üzerinden istediği kadar “ortak düşmanlar” yaratsın, insanlık tarihinin de halkların gerçekte barıştan yana olduğunu hatırlatacak hikâyeleri daima olacak.
Tıpkı beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afrika’da, ‘Apartheid’ denilen ırkçı rejimin siyahiler ve diğer etnik grupları yaşadıkları yerlerden kovarak, şiddetle, baskıyla, zulümle ‘hizaya’ sokmaya çalışması gibi… O yıllardan bir barış hikâyesi çıktıysa yine çıkacaktır.
İşte size bir barış hikâyesi…
***
1970’li yılların sonu… Johannesburg’un arka sokaklarından bir ses yükseliyor! Irkçılığa, yoksulluğa karşı şarkılar söyleyen Roger Lucey’in sesi…
O sesi duymak, konserlerinden içeri girebilmek için, dışarıda biriken insanlar birbirini ezerken, Lucey’in peşine Paul Erasmus adlı bir polis takılıyor. Onu gittiği her yerde bir gölge gibi takip ediyor. Çünkü Roger’ın şarkıları barışı anlatıyor. Bir gencin, bir siyahinin nasıl aşağılandığını, işkence sırasında nasıl öldürüldüğünü anlatan şarkılar…
Polis Erasmus, Roger hakkında şarkı sözlerinin de yer aldığı kalın bir suç dosyası hazırlayarak merkeze yolluyor. Erasmus yeniden görevlendiriliyor: “Ne yaparsan yap ama bu adamı sustur!” denilerek. Ve Polis Erasmus, Roger’ı susturuyor!
***
2000’li yılların ortalarıydı sanırım; Erasmus ve Lucey ile buluştum. Biri, diğerinin hayatını aslında nasıl mahvettiğini anlatacaktı. Birlikte oturuyorlardı. Peki, nasıl olur da onca olup bitenden sonra bir araya gelebildiler?
Lucey, önce ülkesinin gerçeğine duyarsız kalmak istemeyen herkes gibi, kendisinin de rejimin nasıl kurbanı olduğunu anlattı. Bir rejim muhalifi olarak konserinin bombalandığını, hiçbir yerde çalıştırılmadığını, albümlerinin yasaklandığını, vatandaşlıktan çıkarıldığını, defalarca gözaltına alındığını söylüyor. Lucey’nin hayatını ‘yaşanmaz’ hale getiren Erasmus, başını hiç kaldırmadan dinliyor.
***
Polis Erasmus’a, Roger’ın hayatını neden mahvettiğini soruyorum: “Çünkü bana ‘Bu adam terörist ve komünist. Ülkeyi bölmeye çalışıyor. Sözleşmelerini iptal et. İşini bitir’ dediler.” Ancak Güney Afrika rejiminin baskısıyla Roger’ın peşini bırakmayan Polis Erasmus’un peşini de uyuşturucu bırakmaz. 1993’te polis teşkilatından ayrılır. Uzun bir rehabilitasyon sürecinden sonra hukuk ve felsefe okumaya karar verir. Roger ise her şeyi kaybetmiş biri olarak savaş muhabiri olur. Güney Afrika, Angola, Mozambik, Somali, Bosna ve Çeçenistan’da yaşanan katliamlara muhabir olarak tanıklık eder. Ve en sonunda kurtuluşlarının simgesi Mandela’nın hayatını filme alır.
***
Lucey, Erasmus’un varlığından 1990’lı yılların başında haberi olur. Bir sabah hayatını kimin mahvettiğini eline aldığı bir gazeteden öğrenir. Erasmus artık bir hukukçudur ve kendisiyle yapılan bir röportajda Roger Lucey’nin hayatını nasıl kâbusa çevirdiğini anlatır. Lucey o yüzü o yazıyı hiç unutmaz. Birkaç yıl sonra bir kış sabahı Lucey’in telefonu çalar. Telefondaki ses “Ben Polis Paul Erasmus… Senin hayatını mahveden adam” der. Lucey kapatmak ister ama Erasmus ısrar eder. Defalarca özür diler ve telefonu oğluna verir. Roger’ı, Erasmus’un oğlu ikna eder.
***
1990’lı yılların ortasında Lucey, Erasmus’un ‘barış’ çabalarını samimi bulur ve buluşurlar. İkisi de o zaman anlar: Güney Afrika’daki ırkçı yönetim, birinin elinden hayatını, diğerinin elinden kimliğini çalmıştır. Bu yüzden binlerce insanın hayatını cehenneme çeviren bir rejimin yarattığı birbirlerine düşman iki insan bir araya gelerek seslerini birleştirir. Bu karanlıktan nasıl çıktıklarının öyküsünü birlikte dolaşarak dünyaya anlatırlar. Rejimlerin yarattığı düşmanlığı barışa çevirmenin mümkün olduğunu anlatırlar. Belki bir gün Ukraynalılar ile Rusları, Filistinliler ile İsraillileri de bir araya getiren barış hikâyelerine tanıklık edebiliriz. Kim bilir?