17 milyon emekliye beşer bin lira ha…
Ağustos 2006… Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz beraberindeki 300 kişiyle 7 uçaklık konvoy halinde Türkiye’ye geldi. ‘Bizde kabir ziyareti yok’ dedi ve Türkiye Cumhuriyeti için çok önemli bir geleneği çiğneyerek lütfedip Anıtkabir’e gitmedi.
Yıllar geçti 2015’te öldü, yerine kardeşi Selman Bin Abdülaziz geçti.
İlk iş ne yaptı dersiniz?
Tahta çıkmasının şerefine herkese para dağıttı!
Öyle böyle değil hem de… Afrika’nın en büyük ekonomisine sahip olan Nijerya’nın yıllık bütçesinden daha fazla, 30 milyar eurocuk!
Dolgun maaş alan memurların tümüne ikişer maaş ikramiye verildi mesela.
Osmanlı’dan kalma ‘cülus bahşişi’ni duyan Araplar çılgına döndü, ‘padişahım çok yaşa’ nidaları eşliğinde mağazalara koştu.
Bugünlerde benzer bir rüzgar bizde de estirilmeye çalışılıyor.
Çalışılıyor diyorum çünkü memleketin ekonomisini fena halde düze(!) çıkaran, hazineyi tam takır hale getiren tek bir AKP’liden duymasak da yandaş medya her gün manşetten veriyor…
17 milyon emekliye tıpkı iki dini bayramda ‘harçlık’ dağıtıldığı gibi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda, Cumhuriyet’in 100’ncü yılı şerefine bir defaya mahsus 5’er bin lira verilecek!
Televizyonların muhabirleri elde mikrofon nerede emekliye benzeyen birini görse uzatıp soruyor: 5 bin lira yeter mi?
Yahu kardeşim bırak 5 bin lirayı, fazladan verilecek 5 lirayı bile sarayda toplantı düzenleyip kendisi müjdeliyor dünya lideri. 5 bin lira verilecekse neden kaçırıyor bu fırsatı diye sormuyor kimse!
Park köşesinde, bankamatik önünde, mahalle kahvesinin pişpirik masasında uzatılan mikrofona “5 bin lira neye yetecek, 10 hatta 15 bin lira verilmesi lazım” diyor ‘hakkın’ mücadeleyle alınacağını unutup, Kral Selman’ın yaptığı gibi dağıtılmasını bekleyenler.
Bir de “Bu iktidar bugüne kadar partiye yakınların, zenginlerin ve 5 müteahhitin hakkı dışında kimin hakkını vermiş ki emekliye versin” diyerek parkın gölgeli bankında oturmak yerine yaşlarına aldırış bile etmeden güneş altında, şehirlerin meydanlarında hakları için ses yükseltenler var.
Onlar bahşiş falan istemiyorlar! İnsanca yaşamak için, 30-40 yıl boyunca çalışıp devlete kazandırdıkları değerlerin, vergilerin, SGK’ya ödedikleri primlerin karşılığını istiyorlar.
Bırakın bayramdan bayrama ‘başımızın gözümüzün sadakası’ deyip üç kuruş bahşiş dağıtmayı. İnsanlara hakları olan maaş artışını yapın. Babanızın kesesinden değil milletin vergilerinden üstelik. Siz adam gibi maaş verin, bayramda mı seyranda mı harcayacağına herkes kendi karar versin.
İktidarın suskunluğuna rağmen yandaşlar tarafından köpürtülen, 5 bin liralık bayram bahşişi goygoyu aklıma yaşanmış bir olayı getirdi.
Neredeeen nereye getirdiler bizi diyen iç sesimden bıksam da paylaşayım…
Yaklaşık üç bin fotoğraftan oluşan Atatürk arşivinin en meşhur fotoğrafını bilirsiniz, Atatürk’ün Ankara’ya giderken ay yıldızlı tren camının ardından istasyonda kendisini uğurlayanlara ayakta baktığı portresidir.
Tanıdığımız yüzlerce Atatürk fotoğrafını olduğu gibi onu da Selahattin Giz çekti.
1973 yılında TRT’nin saygın yapımcısı Nazmi Kal, Giz’le uzun bir röportaj yaptı, ardından da ‘Atatürk’ten Duymadığınız Anılar’ kitabını yazdı. Selahattin Giz o söyleşide Cumhuriyeti kuran büyük insanın ‘bahşiş vermek’ yerine ne yaptığını anlattı…
“Atatürk denizi çok severdi. Rahmetli Florya’da bulunduğu zaman imkan buldukça gider resimlerini çekmek için fırsat kollardık. Akşamları genellikle deniz köşkünden çıkar, kürek çeker, sandalla dolaşırdı.
Sıcak bir gündü. Erken saatte gittim. Akşam üstü belki çıkarlar diye bekliyordum. Alışkanlığının dışında erken saatte, güneşin çok dik olduğu bir saatte, sandalla çıktılar ve halka doğru geldiler. O kadar sıcak bir gündü ki, halk denize girmiş kimse dışarı çıkmıyordu.
Zavallı, gayet zayıf, eti derisine yapışmış bir foto şipşakçı vardı. O gün hiç iş yapamamış. Atatürk sandalla geldi, sandalı kumun üzerine çektiler, yaver işaret etti ve halk da geldi. Burada, resimde
gördüğünüz gibi (Hani onlarca yurttaşın etrafını sardığı, mayolu Atatürk’ün de kumsalda onlarla sohbet ettiği fotoğraflar var ya, o anı anlatıyor) o resmi çektik.
Sonradan Başyaver Celal Bey’den (Celalettin Üner) duydum. Atatürk o gün etrafı seyrederken o adamı, foto şipşakçının hiç iş yapamadığını görmüş. Celal Bey’e, “Hiç kimse resim çektirmiyor. Hay Allah, bir şeyler yapayım faydam olsun” diyerek sandalı hazırlatmış.
Yani o şipşakçı kazanç sağlasın diye güneşin altında sahile gelip halkla resim çekme imkanı sağlamış. Çünkü Atatürk sahile geldiğinde herkes onunla resim çektirmek için birbiriyle yarışıyordu. Ben de fırsat bu fırsat işte o fotoğrafları çekmiştim…”
Ders alır mısınız, hiç sanmam!
Bu bahşiş laflarının bile milyonlarca emeklinin onurunu kırdığının farkında değilsiniz. O kadar tepeden bakıyorsunuz millete.
Yani kardeşim, emekliye bahşiş dağıtmayı falan bırakın! Adı üzerinde emekli… Onlara bu memlekete verdikleri emeklerinin karşılığını verin!