
2024 Aralık ayında Esed rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’de yeni bir siyasi mimari şekillenmeye; başkent Şam’da Ahmed eş-Şara liderliğinde kurulan geçici hükümet, ülkenin doğusundaki ve batısındaki farklı aktörlerle müzakere süreçleri yürütmeye başlamıştır. Bu sürecin en dikkat çekici boyutlarından biri, rejimle uzun yıllar iş birliği içinde bulunan terör örgütü PKK/YPG yapısının ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile başlatılan temaslar olmuştur. 10 Mart 2025’te ilan edilen çerçeve mutabakat, SDG ile Şam arasında siyasi, askeri ve idari düzeyde entegrasyona zemin hazırlarken; bu çatı altında farklı bölgeler için yerel bazda anlaşmalar da hız kazanmıştır.
Şam ile SDG arasındaki merkezi müzakereler, 10 Mart Mutabakatı’ndan sonra yapılan ilk toplantının ardından sessizliğe bürünse de Fırat’ın batısındaki bazı bölgelerde daha esnek ve yerel önceliklere göre şekillenen mutabakatlar ortaya konulmaktadır. Bunların başında Halep‘e bağlı Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde yapılan 14 maddelik anlaşma gelmektedir. Bu metin, idari, askeri ve sosyal düzenlemeleri içeren kapsamlı bir çerçeve sunmakta, YPG/SDG’ye bağlı yerel yapılar ile Şam yönetimi arasında geçici bir uzlaşı kurmayı hedeflemektedir.
Anlaşmaya göre, YPG’nin bu mahallelerden ağır silahlarıyla birlikte çekilmesi kabul edilmiştir. Ancak yerel asayiş güçlerinin varlık göstermesi ve ilerleyen süreçte de İçişleri Bakanlığı’na bağlı Genel Güvenlik Güçleri çatısı altında faaliyetlerini sürdürmeleri hedeflenmektedir. Söz konusu mahallelerde YPG/SDG’nin uzantısı Asayiş Güçleri olsa da Şam yönetimi de mahallelerde karakol açacak ve güvenlik gücü bulunduracaktır. Bu bakımdan söz konusu anlaşma, önümüzdeki sürece dair bir örnek olarak görülse de Şeyh Maksud ve Eşrefiye’nin konumuyla YPG/SDG’nin Fırat’ın doğusuna ilişkin bakışının bir olması pek mümkün görünmemektedir.
Bu süreçte dikkat çeken bir diğer gelişme, Tişrin Barajı’nın statüsüne ilişkin yapılan uzlaşıdır. Halep şehir merkezinin yaklaşık 50 kilometre doğusunda yer alan bu baraj, yalnızca enerji üretimi açısından değil, aynı zamanda Fırat’ın batısı ve doğusu arasındaki geçiş yolları üzerinde de stratejik bir konuma sahiptir. Anlaşmaya göre, Tişrin Barajı’nın herhangi bir silahlı güç tarafından kontrol edilmemesi ve doğrudan Şam’a bağlı sivil bir yönetime devredilmesi kararlaştırılmıştır. SMO (Suriye Milli Ordusu) ve YPG arasında zaman zaman çatışmalara sahne olan bu bölgede, silahsızlanmaya yönelik adımın atılması askeri gerilimi düşürmeyi hedeflemektedir.
Tişrin Barajı, Suriye genelinde elektrik üretimi açısından kritik bir rol üstlenmektedir. Bu bağlamda Tabka, Tişrin ve Baas barajları, ülkenin enerji ihtiyacını karşılayan başlıca hidroelektrik kaynakları arasında yer almaktadır. Barajın teknik altyapısının onarılarak yeniden faal hâle getirilmesi, rejim sonrası dönemde ekonomik toparlanmayı hedefleyen kalkınma stratejilerine somut katkı sunabilecek potansiyele sahiptir. Özellikle Tişrin’de uygulanan sivil yönetim modelinin Tabka Barajı ve diğer enerji kaynakları, özellikle petrol sahaları için de örnek teşkil etmesi durumunda, ülkenin enerji altyapısına yönelik iyileştirme süreci hız kazanabilir. Enerji arzındaki artış ise yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir boyut taşımakta; sivil halkın geri dönüşünü teşvik edecek yapısal bir unsur olarak öne çıkmaktadır.
Her iki yerel uzlaşıda da dikkat çeken ortak nokta, Şam yönetiminin YPG/SDG ile ilişkilerinde askeri üstünlük yerine kurumsal bütünleşme stratejisini öncelemesidir. Ancak bu stratejinin sahadaki pratik uygulamalarla ne ölçüde örtüştüğü tartışmalıdır. Özellikle Şeyh Maksud ve Eşrefiye anlaşmasında, YPG/SDG’ye bağlı asayiş güçlerinin varlığını sürdürmesi, dönüşümün sembolik mi yoksa yapısal mı olduğuna dair soru işaretleri doğurmaktadır.
Bütün bu gelişmelere rağmen SDG’nin siyasi tavrında önemli bir ikilem mevcuttur. Bir yandan yerel düzeyde Şam ile anlaşmalar yapılmakta diğer yandan örgüte bağlı siyasi yapılar, Şam’daki yeni hükümetin meşruiyetini tanımadıklarını ilan etmektedir. Bunun yanı sıra PKK/YPG bölgelerindeki Arap aşiretlerin neredeyse tamamı da SDG’nin kendilerini temsil etmediğini, Şam hükümetinin yanında yer aldıklarına yönelik beyanlarda bulunmaktadır. PKK/YPG yeniden demografik gerçeklikle karşı karşıyadır. Öte yandan Mazlum Abdi, Ahmed eş Şara ile ilişkilerine yönelik medyaya olumlu mesajlar vermektedir. Devrim sonrası PKK/YPG’nin alışılagelmiş radikal sol siyasi söylemlerle reel politik arasındaki sıkışmışlığı söz konusu izahı zor görüntüleri ortaya çıkarmaktadır.
Her ne kadar doğrudan müzakere süreçlerini belirleyici ölçekte etkileme kapasitesine sahip olmasa da ENKS ile PYD/SDG arasındaki diyalog süreci halen devam etmektedir. ABD’nin ve Fransa’nın arabuluculuğunda sürdürülen temaslar sonucunda taraflar arasında sınırlı da olsa bir uzlaşı sağlandığı bildirilmektedir. Ancak, Suriye’de başta ENKS olmak üzere Kürt siyasi oluşumların uzun yıllardır PKK/YPG tarafından çeşitli baskı ve şiddet araçlarıyla sistematik biçimde engellendiği dikkate alındığında, bu sürecin geleceğine dair iyimser beklentiler ihtiyatla ele alınmalıdır. Nitekim geçmişte de benzer biçimde ABD öncülüğünde başlatılan diyalog girişimleri olmuş, hatta bazı mutabakatlara varılmış olsa da şimdiye kadar kalıcı ve yapısal bir çözüm üretilememiştir. Bu nedenle, taraflar arasındaki tarihsel deneyim ve güvensizlik dinamikleri göz önüne alındığında, sürecin aceleci bir iyimserlikle değerlendirilmesinden kaçınılması gerektiği açıktır.
Sonuç olarak Şam ile YPG/SDG arasında yürütülen müzakereler, sahadaki parçalı gerçekliğe cevap vermek adına yerel düzeyde başlatılmış ancak merkezi düzene entegre edilmek istenen bir geçiş sürecini yansıtmaktadır. Şeyh Maksud, Eşrefiye ve Tişrin Barajı örnekleri, Şam’ın çatışma yerine kurumsal bütünleşmeyi önceleyen yaklaşımını göstermektedir. Ancak mevcut uygulamalardaki kırılganlık, dönüşümün sürdürülebilirliğini tartışmalı kılmaktadır. Bu nedenle, yerel mutabakatların stratejik bir uzlaşıya dönüşebilmesi için YPG/SDG’nin Türkiye’nin de beklentilerini karşılayacak şekilde Şam yönetimine tam entegre olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, mevcut anlaşmalar yalnızca geçici denge arayışlarının bir parçası olarak kalacaktır. Tüm bunların yanında Şam’ın bu uzlaşmacı yaklaşımında uluslararası konjonktürün ABD’nin uyguladığı yaptırımların ve uluslararası tanınırlık arayışlarının etkili olduğunun altı çizilmelidir.