Buz gibi nehirden ilk yardım derslerine! ‘Boğulmuş Mona Lisa’ milyonlarca hayat kurtardı
Nehirde cansız bedeni bulunmuştu. Adını ve kim olduğunu kimse bilmiyor, yalnızca yaşı tahmin edilebiliyordu. Hayat onu nasıl buraya getirmişti ve cesedi neden soğuk, bulanık sulardan çıkarılmıştı? ‘L’Inconnue de la Seine’ (Seine Nehri’nin Meçhul Kadını) olarak anılmaya başlayan genç kızın garip ölümü, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir şekilde milyonlarca hayatın kurtarılmasına yardımcı olacaktı.
Öldüğünde yaklaşık 16 yaşında olduğu tahmin edilen genç kızın nehirden çıkarıldığında vücudunda neredeyse hiç iz yoktu; ne bir yara ne bir kesik ne de bir morarma… Öylece nehire bırakılmış gibi görünüyordu. Bu sebeple birçok kişi onun canına kıydığını düşündü. Genç kız 1885 yılında Seine Nehri’nden çıkarıldıktan sonra, Paris Morgu’na nakledildi ve kimlik tespiti amacıyla diğer bilinmeyen cesetlerin yanında halka teşhir edildi. İsimsiz cesetlerin bu tüyler ürpertici geçit töreni, zamanında oldukça popüler bir eğlenceydi. Birçok kişiye göre Paris’te bundan daha fazla izleyici çeken bir gösteri yoktu. Ancak kalabalığa rağmen kimse nehirde bulunan kızı tanımadı. Cesedini görenler tarafından kim olduğu teşhis edilemese de bu genç kızın fark edilmediği anlamına gelmiyordu. Küçük kızın sakin görünümü, soğuk ölü bedeniyle bile dikkatleri üzerine çekmişti. Adı bilinmeyen bu kız kayıtlara L’Inconnue de la Seine (Seine Nehri’nin Meçhul Kadını) olarak geçti.
HEDİYELİK EŞYALARA VE SANATA İLHAM OLDU
Hikâyeye göre morgdaki bir görevli kızın yüzünden o kadar etkilenmişti ki yüzünün alçıyla kalıbının alınmasını emretti. Oluşturulan maske kısa süre içinde fenomen haline geldi. Herkes bu ölü ve sakin yüzün kopyasını yakınlarında görmek istiyordu. Bu sebeple çok geçmeden L’Inconnue de la Seine’in cezbedici ve ölümcül sureti Paris’te, ardından Almanya’da ve Avrupa’nın geri kalanında hediyelik eşya dükkanlarında satılan ürünlere aktarılarak yeniden üretildi. Filozof ve yazar Albert Camus tarafından ‘Boğulmuş Mona Lisa’ olarak tanımlanan bu bilinmeyen ölü kızın büyüleyici maskesi, artık imrenilen kültürel bir ikondu. Zamanla genç kızın donuk yarım gülümsemesi şömine raflarında da yerini buldu ve kıtanın dört bir yanındaki misafir odalarına girdi. Sanatçıların atölyelerine yerleştirilerek cansız bir model olarak kullanıldı. Şairler ve yazarlar da bu sakin ve ölü yüzden büyülendi.
Dramatik hikâyeler kaleme alan 20. yüzyıl yazarları için L’Inconnue de la Seine, su tarafından yutulmuş kalbi kırık bir kadın kahramana dönüştü. Genç kız hakkında bilinenler o kadar azdı ki herkes o pürüzsüz yüze istediğini atfedebilirdi. Ölüm, su ve kadın sanatçılar için adeta baştan çıkarıcı, romantik bir kombinasyon oluşturuyordu. Bu şöhret ve hayranlık patlamasından yarım asır sonra genç kızın sureti, onun ölümünden onlarca yıl sonra doğan Asmund Laerdal’ın yardımıyla yeniden başka bir şeye dönüşecekti.
GERÇEKÇİ BİR BEBEĞE İHTİYAÇLARI VARDI
Asmund Laerdal, Norveçli bir oyuncak üreticisiydi. Şirketi, tahtadan yapılmış küçük oyuncaklara geçmeden önce 1940’ların başında çocuk kitapları ve takvimleri basmaya başladı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Laerdal, seri üretimde yeni yeni kullanılan bir malzeme türü olan plastiği denemeye başladı. Bu yumuşak, işlenebilir maddeyi kullanarak şirketine en çok kârı getirecek olan dünyanın en ünlü oyuncaklarından birini üretti. Bu oyuncak bebek, savaş sonrası Norveç’te, uyuyan gözleri ve doğal saçlarıyla yılın oyuncağı seçilen ‘Anne Bebek’ti. Anne, uyuyor olabilirdi ama asla L’Inconnue de la Seine değildi.
Laerdal, bu bebekle oyuncak dünyasında büyük üne sahip oldu. Tam da bu dönemde bir grup anestezi uzmanı Laerdal’a, yeni geliştirdikleri CPR (kalp masajı) olarak bilinen ilk yardım yöntemi için bir oyuncak bebeğe ihtiyaç duyduklarını söyledi. CPR yönteminin öncülüğünü yapan Avusturyalı doktor Peter Safar dahil birçok önemli araştırmacıyla birlikte Laerdal, tarih yazan o projeye girişti. Çığır açan projenin amacı, insanların hayat kurtarma ve ilk yardım tekniklerini uygulamak için kullanabilecekleri gerçek boyutlu bir manken yapmaktı. Minyatür arabalar ve oyuncak bebekler üretmeye alışkın bir oyuncakçı için gerçekçi ve işlevsel bir manken yapmak zorlu bir işti. Teknik sorunlar bir yana bu dev bebeğe nasıl bir yüz verecekti? İşte o zaman Laerdal garip, esrarengiz bir yarım gülümsemeyle kayınvalidesinin evinde duvarda asılı gördüğü o huzur veren maskeyi hatırladı. Bu maske elbette L’Inconnue de la Seine’e aitti.
‘TARİHTEKİ EN ÇOK ÖPÜLEN YÜZ’
Laerdal, ürettiği ‘Anne’ bebeğinin adını korudu ancak yeni mankene nehirde bulunan genç kızın yüzünü eklemişti. Bunun yanında mankene yetişkin boyutlarında bir vücut da ekledi. Bu vücuda kompresyon uygulamak (kalp krizi esnasında göğüse baskı yapmak) için katlanabilir bir göğüs ve suni tenefüssü canlandırmak için dudak da dahil etmişti. Mankene, Resusci Anne (Rescue Anne) adı verildi. Bu manken ABD’de ‘CPR Annie’ olarak biliniyordu. 1960’larda kullanıma sunulduğundan bu yana Resusci Anne, piyasadaki tek CPR mankeni olmadı ancak şimdiye kadarki ilk ve en başarılı ‘hasta simülatörü’ olarak kabul ediliyor. Bu durum da yaklaşık 60 yıldır Resusci Anne’nin tarihte en çok öpülen yüze sahip olduğu rivayetlerinin bir sebebi olarak görülüyor. Bugün, Laerdal şirketi CPR tarafından iki milyon hayatın kurtarıldığını tahmin ediyor. Bu kurtarmaların çoğu, diz çöküp Paris’teki soğuk bir nehirden çıkarılmış ölü bir kızın yüzünün kopyalandığı cansız mankene suni teneffüs yapan insanlar tarafından gerçekleştirildiği de iddialar arasında.
Bazı uzmanlara göre Resusci Anne’nin gerçeğe yakın yüz hatlarının olması, kalp masajı eğitiminin gerçekçiliğini artırmaya yardımcı oldu ve CPR eğitimini hem klinisyenler hem de meslekten olmayan kişiler için daha yoğun, stresli hale getirdi. Ancak bu durum, tekniğin hatırlanmasına yardımcı olarak daha da akılda kalıcı hale gelmesine yardımcı oldu.
MAKET BEBEKLER OLMASAYDI NE OLURDU?
Üsküdar Üniversitesi İlk ve Acil Yardım Program Başkanı Öğr. Gör. Ayşe Bağlı’nın görüşü de bu maket bebeğin tıp dünyasına etkisinin çok büyük olduğu yönünde. Kendisinin de derslerinde sürekli maket bebek kullandığını belirten Bağlı, “Genellikle sağlık sektöründe dersler uygulamalı olarak işleniyor. Biz terimsel olarak öğrencilere teknik bilgileri aktarıyoruz ve sonrasında uygulamalı olarak yaptırıyoruz. Bu da öğrencilerin alana çıkmadan tecrübe kazanmasına yardımcı oluyor” ifadelerini kullandı. Bu sebeple söz konusu maket bebeklerin mesleki eğitim açısından çok önemli olduğuna dikkat çekti.
“Böylece öğrencilerimiz insan fizyolojisini ve anotomisini gerçeğe yakın bir şekilde görebiliyorlar” diyen Ayşe Bağlı, öğrencilerinin gerekli bütün becerileri CPR mankenleri sayesinde öğrendiklerini ve tekrar yaparak pekiştirme imkanı bulduklarının altını çizdi. Eğer maket bebekler olmasaydı sağlık sektörünün oldukça zor bir durumda kalacağını belirten Öğr. Gör. Bağlı, şunları da ekledi:
“Her işlem insan vücudunda gösterilemiyor. İnsan sağlığı açısından hem hayati tehlikeleri olduğu için uygun değil hem de insan hakları ve kişinin kendi mahremiyetinin ihlalinden dolayı tercih edilemiyor. Bu sebeple eğitimin gelişmesi için bu maket bebekler büyük önem arz ediyor” diye konuştu.