
Geçtiğimiz gün Ankara‘da, siyasi yalanın neredeyse bir yönetim biçimine dönüştüğü CHP kulislerinin tam ortasındaydım. Gerçekle bağını koparmış, söylentinin peşine takılmış, kendi hayal dünyasını siyasi mühimmat gibi sunan bir yapı… Gerçekten dünyada, yalanın bu denli organize bir şekilde dolaşıma sokulup bu kadar kolay alıcı bulduğu başka bir siyasi gelenek var mı, emin değilim.
Kimi sosyal medyada meczupça yalanlar kusuyor, kimi parti rozetli aktörler bunu siyasi senaryoya çeviriyor. Biri kamuoyunu provoke ediyor, diğeri “gerilim siyaseti” ile alanı kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu yöntem, yalanın tesadüfen değil, bilinçli bir stratejiyle devreye alındığını gösteriyor. Nitekim son örnek, tam bir kurgu harikasıydı:
“CHP’ye kayyum atanacakmış, mahkeme kurultayı iptal edecekmiş, Ankara ayaklanacakmış…”
Bu rivayet daha ete kemiğe bürünmeden hukuk çevreleri ilk duruşmada böyle bir karar çıkmasının mümkün olmadığını söylüyordu. Ama ne gam! Akıl ve soğukkanlılık devre dışı bırakıldı, parti içinde adeta olağanüstü hâl ilan edildi. Vekillere çağrılar yapıldı, Ankara’ya akın başlatıldı. Gerçeklik ile temasını yitirmiş bir telaş hâli…
KRİZDEN MEDET UMMANIN ANATOMİSİ
Bu telaşın zamanlaması ve yalanla senkronize biçimde servis edilmesi, şüphesiz basit bir koordinasyondan öte bir planın işareti. Ekonomik piyasaları dahi etkileyen bu kara propaganda ile CHP içerisindeki panik çağrılarının eşzamanlılığı birbirinden bağımsızmış gibi sunulsa da fazlasıyla iç içe geçmişti. Yeni CHP aklı(!) artık demokratik refleks yerine sokak çağrısına, Meclis kürsüsü yerine sosyal medya provokasyonlarına, halkla temas yerine liseli gençler siyasi piyon olarak kullanmaya yönelmiş durumda.
Cumhuriyetin yüzyıllık partisi, artık kriz üretmeden siyaset yapamayacak kadar savrulmuş görünüyor. Dahası var: CHP lideri Özgür Özel ve yakın kadrosu, krizsiz bir ortamda koltuklarını koruyamayacakları korkusuyla, kaosun sürekli üretildiği bir düzeni tercih ediyor olabilir mi?
Bu kurgu öylesine etkili ki, sadece parti kadrolarını değil, bir kısım akademisyen ve kamuoyu araştırmacısını da etkisi altına almış. Siyaset bilimci Emrah Gülsunar‘ın, henüz sandık bile kurulmamışken “parlamenter sistem” ilanı yapması; bazı anket şirketlerinin CHP’nin oy kaybını gizleyip AK Parti karşısında avantajlı gösterme çabaları, bu tedirginliğin yansıması değil de nedir? Ama asıl kaygının kaynağı çok daha derin: İstanbul başta olmak üzere Esenyurt, Beşiktaş ve Beykoz‘daki yolsuzluk iddialarının gerçeklik kazanma ihtimali.
CHP, bir kez daha kendi “İSKİ vakası” ile yüzleşmenin eşiğinde olabilir. Ve buna, “terörsüz Türkiye” vizyonunun hayata geçirilmesinin birilerini neden paniklettiğini de eklerseniz, tablo daha da netleşiyor. Küresel dengelerin yeniden kurulduğu bu dönemde, Türkiye’nin jeopolitik ağırlığını hâlâ okuyamayan, yolsuzluklara bulaşmış, yapay krizlerden nemalanan bir partinin bu ülke için gerçek bir alternatif olup olamayacağını sormak artık şart.
Orhan Veli‘nin dediği gibi: “Beni bu havalar mahvetti…” Burada mesele sadece o hava değil; bilerek estirilen, yönlendirilen ve çıkar uğruna köpürtülen bir fırtına… O fırtına, ne yazık ki önce siyaseti, sonra gerçeği, en sonunda da umudu mahvediyor.